Müftülerin Nikâh Kıymasının Anayasaya Aykırılığı Sorunu

İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nca 17/7/2017 tarihinde kabul edilen “Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” (1/868) 25/7/2017 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuş, TBMM Genel Kurulu Tasarıyı 18/10/2017 tarihinde kabul etmiştir. Kabul edilen 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 22 nci maddesinde yapılan değişiklik ile evlendirme memurları arasına il ve ilçe müftüleri eklenmiştir. Tasarının Genel Gerekçesinde, “Vatandaşlarımızın evlenme işlemlerini kolaylaştırmak daha kolay ve seri bir şekilde hizmet almalarını sağlamak amacıyla il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi verilmektedir” denilmektedir[1]. Cumhurbaşkanının 15 gün içinde kanunu onaylaması ile Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girecek, bu tarihten itibaren Ana Muhalefet Partisi Kanuna karşı 60 gün içinde iptal davası açabilecektir. Konu siyasi platformlarda ve kamuoyunda çeşitli yönleriyle tartışılmaktadır. Bu yazıda sadece konunun Anayasa uygunluğu değerlendirilecektir

.1. Düzenlemenin Kapsamı

Türk Hukukunda evlendirme işlemlerini 25/4/2006 tarih ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ve 1985 tarihli Evlendirme Yönetmeliği çerçevesinde gerçekleşmektedir. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun “İkinci Bölüm” başlığı “Evlenme” olup; evlendirme yetkisi (m.22), Evlenmenin bildirilmesi ve tescili (m.23), Yurt dışında yapılan evlendirmeler (m.24) ve Evlenmekle Türk vatandaşlığını kazananların tescili (m.25) konularını düzenlemektedir. Bu bölümde “Evlendirme yetkisi” kenar başlıklı 22. maddede kimlerin evlendirme memurluğu yetkisini kullanacağı sayılmaktadır. Maddenin 2. fıkrasına göre,

“Evlendirme memuru; belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde muhtardır. Bakanlık, il nüfus ve vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış temsilciliklere evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebilir. Eşlerden birinin yabancı olması halinde evlendirmeye, il ve ilçe belediye evlendirme memurlukları ile nüfus müdürleri yetkilidir”.

Yapılan değişiklik ile 22. maddenin 2.fıkrasının ikinci cümlesine “dış temsilcilikler” ibaresinden sonra gelmek üzere “il ve ilçe müftülükleri” ibaresi eklenmiştir. Bu düzenleme ile “belediye başkanı veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde muhtar” kanundan doğrudan yetki alarak evlendirme memurluğu yaparken; “il nüfus ve vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış temsilciliklere, il ve ilçe müftülüklerine” İçişleri Bakanlığı evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebilir denilmektedir. Böylece İçişleri Bakanlığı çıkaracağı bir yönetmelikle il ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebilir veya bu yetkiyi kaldırabilir. Dolayısıyla il ve ilçe müftülüklerinin evlendirme memurluğu yetkisi kullanması İçişleri Bakanlığının takdirine bırakılmış konumdadır.

Değişiklik gerekçesinde, “Vatandaşlarımızın evlenme işlemlerini kolaylaştırmak daha kolay ve seri bir şekilde hizmet almalarını sağlamak amacıyla il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi verilmektedir” denilmiştir.  Kanun tasarısının görüşüldüğü İçişleri Komisyonu raporunda, muhalefet partilerinin her üçünün de değişikliği eleştirdiği ve destek vermediği görülmektedir. CHP ve HDP düzenlemeyi anayasa aykırı görürken, MHP değişikliği zamanlama olarak “yersiz bir değişiklik” olarak nitelendirmektedir.

Alt Komisyonda CHP’li üyeler[2] değişikliğe ilişkin muhalefet şerhinde şu argümanlara dayanmaktadır[3]:

  • Evlenme bir dinsel alan değil tam tersine medeni bir alandır. Bu bakımdan devrim Kanunu olan Medeni nikâhın resmi görevlileri arasına dini görev üstlenen bir kurum olan müftülüklerin bu arada onun aracılığı ile müftüler ve imamların resmi memur olarak atanması, ülkede her inançtan yurttaşa sorumluluğu olan ve uygulamada eşit davranması ve birlik sağlaması gereken devletin laiklik ilkesine aykırıdır.
  • Sadece bir din değil, bir mezhebe mensup din adalarına resmi nikâh kıyma yetkisi vermek,…Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden devrim kanunlarını zaafa uğratma, dolayısıyla Anayasayı delme çabasından başka bir şey değildir.
  • Resmi nikâh Anayasamızın 174/4. Maddesiyle koruma altına alınmış olan İnkılap Kanunları arasında sayılmaktadır. Aynı maddede, resmi nikâhı kimin kıyabileceği açık ve net bir şekilde yazılmıştır; Medeni Kanun’daki gibi ‘Evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı’ belirtilmektedir. Söz konusu düzenleme ile “evlenme memuru” olarak kılınacak müftülüklerin görev alanı ise dini alanla sınırlıdır.
  • Gerekçede belirtildiği üzere, “Vatandaşlarımızın evlenme işlemlerini kolaylaştırmak daha kolay ve seri bir şekilde hizmet almalarını sağlamak amaçlanıyor” ise bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar il ve ilçe müdürlüklerine ‘nikâh kıyma’ yetkisi verilerek, madde gerekçesinde dile getirilen husus yerine getirilmiş olacaktır.
  • Söz konusu düzenlemenin toplumsal sorunları, toplumda ayrışma yaratacağı ve toplumsal barışı bozacağı da açıktır. Maddenin bu şekilde kabulü halinde vatandaşlar, “dini nikâh töreniyle evlenenler” ve “resmi nikâh töreniyle evlenenler” olarak ayrışacaktır. Toplum, “müftüye nikâh kıydıranlar” ve “belediyeye nikâh kıydıranlar” diye bölünecektir. (…) Dolayısıyla; Hristiyan, Yahudi vatandaşlarımız ya da toplumumuzun önemli bir bölümünü oluşturan Alevi vatandaşlarımız ya da Hanefilik dışında diğer mezheplere aidiyet duyan vatandaşlarımız belirtilen eşitlik ilkesi uyarınca Alevi dedesinin, papazın ya da hahamın, Caferi vatandaşlarımız kendi cami hocalarının, Şafi’ler Melelerin önünde bu hakkı kullanmak ister ise nasıl bir uygulama olacaktır? Bu sorunun cevabı halen meçhuldür.

Halkın Demokrat Partisi (HDP) yazdığı muhalefet şerhinde şu argümanlarla düzenlemeye karşı çıkmıştır[4]:

  • Müftülerin kıyması tasarlanan bu nikâh medeni bir nikâh; dolayısıyla çocuk yaşta ve çoklu evliliğin yasak olması sürdürülüyor. Yani bu gelişme imam nikâhının resmi nikâh yerine geçmesi anlamına gelmese de müftülerin resmi nikâh kıymakla görevlendirilmeleri dinin ve dolayısıyla tek bir inanç biçiminin Diyanet’in uyguladığı haliyle Sünni İslam’ın, bu toplumdaki herkesi kapsaması gereken medeni hukukun alanına müdahil olması anlamına geliyor.
  • Ayrıca müftülüklere nikâh kıyma yetkisi veren tasarı ile getirilen düzenlemeler Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen değiştirilmesi bile teklif edilmeyen hükümlerden biri olan ‘Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir’ ilkesinin Anayasa 174/4 maddesiyle koruma altına alınan Devrim Kanunları içinde olan “evlendirme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmünün ve Medeni Kanunun resmi nikâh hükmünün ihlaline yol açacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) muhalefet şerhinde, düzenlemeye yönelik şu eleştirileri getirmektedir:

  • Ülkemizin içinde geçtiği ve çok önemli sorunlarla boğuştuğu bir dönemde böyle bir düzenlemenin gündeme getirilmesi yersizdir.
  • Ülkemizde günde ortalama 600 bin civarında nikâh kıyılmaktadır. Bugüne kadar nikâh dairelerinde yoğunluktan dolayı nikâh kıydıramayan kimseyle karşılaşılmamıştır…. Eğer içişleri Bakanlığı herhangi bir sorun çözmek istiyorsa öncelikle Nüfus idarelerinin önündeki kuyrukları çözmelidir.
  • Böyle bir düzenleme yapılacaksa da yetkinin “Müftü ve yardımcıları” gibi bir sınırlamayla verilmesi daha iyi olacaktır. Çünkü gelecekte aynı yetkiyi isteyen azınlıkların tabi olduğu kilise görevlileri de ortaya çıkacaktır. Sinagoglar da ortaya çıkacaktır. Nikâh memurlarına ihtiyaç varsa bu yetki yapılacak bir düzenleme ile bütün mahalle muhtarlarına verilebilir.

Görüldüğü gibi muhalefet partilerinin yasal düzenlemeye ilişkin eleştirilerinden bazıları düzenlemenin “yerindeliğine” ilişkinken; bazıları düzenlemenin “Anayasaya aykırılığına” ilişkindir. MHP’nin eleştirileri düzenlemenin yerindeliğine ilişkin olup Anayasaya aykırılık iddiası içermemektedir. CHP ve HDP’nin eleştirileri ise düzenlemenin üç yönden Anayasa aykırı olduğu argümanlarını taşımaktadır. Bunlar; laiklik ilkesi, İnkılap kanunlarına aykırılık ve eşitlik ilkesine aykırılıktır.

2. Düzenlemenin Anayasaya Aykırılığı Sorunu

Muhalefet partilerinin Anayasaya aykırılık yönünde ileri sürdükleri ortak eleştiri düzenlemenin Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan laiklik ilkesine aykırı olduğu yönündedir. Laiklik ilkesine aykırılık iddiasının gerekçesi tam olarak açık olmamakla birlikte, “Medeni nikâhın resmi görevlileri arasına dini görev üstlenen bir kurum olan müftülüklerin bu arada onun aracılığı ile müftüler ve imamların resmi memur olarak atanması” laikliğe aykırıdır denilmektedir.

Müftülerin ve imamların Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı kamu görevlileri olduğu göz önüne alındığında konu laiklik ilkesi yanında, Anayasa’nın 136. maddesinde yer alan “Diyanet İşleri Başkanlığı” maddesiyle birlikte değerlendirilmelidir. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı bir Anayasal kurum olarak devlet teşkilatı içinde yer almaktadır. Anayasanın 136. maddesine göre, “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir”. Anayasa Mahkeme’si 1961 Anayasası döneminden bu tarihe kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Türkiye’de laikliğin temel güvencesi olarak görmüştür. Mahkemeye göre,

“Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasa’da yer almasının ve mensuplarının memur niteliğinde sayılmasının… birçok tarihi nedenlerin, gerçeklerin ve ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluluk sonucu olduğundan kuşku yoktur.”[5]

Anayasa Mahkemesi’nin laiklik hakkında çok katı yoruma sahip olduğu bilinmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi 20.09.2012 tarihli kararı ile katı laiklik yorumunu değiştirmiş ve özgürlükçü laiklik yorumunu benimsediğini ortaya koymuştur. Mahkeme bu kararda laikliğin katı ve esnek yorumları arasında bir ayırıma giderek, laikliğin özgürlükçü yorumunu ortaya koymaktadır[6]:

 “Laikliğin tarihsel gelişimi incelendiğinde, din olgusuna yönelik yaklaşım farklılıklarına bağlı olarak, kavramın iki farklı yorumu ve uygulamasının bulunduğu görülmektedir. Bunlardan, katı laiklik anlayışına göre din, bireyin sadece vicdanında yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana kesinlikle yansımaması gereken bir olgudur. Laikliğin daha esnek ya da özgürlükçü yorumu ise dinin bireysel boyutunun yanında aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğu tespitinden yola çıkmaktadır. Bu laiklik anlayışı, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kollektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir”.

Mahkeme, Anayasa’nın laiklikle ilgili tüm maddelerini göz önünde alarak laiklik ilkesinin anlamını şöyle açıklamıştır[7]:

“Laiklik, 1937 yılından itibaren anayasalarımızda yer alan temel ilkelerden biridir. Bu kavramı tanımlarken ve unsurlarını ortaya koyarken, sistematik yorum yöntemi kullanmak suretiyle Anayasa’nın konuya ilişkin tüm hükümlerini bütüncül bir yaklaşımla değerlendirmek gerektiği açıktır. Laiklik kavramı, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 13., 14., 68., 81., 103., 136. ve 174. maddelerinde yer almaktadır. Söz konusu maddelerde laiklik, devletin dini inançlar karşısındaki konumunu belirleyen siyasal bir ilkeolarak düzenlenmiştir. Diğer bir ifadeyle, laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir”.

Mahkeme kararının devamında, laik devletin dini ihtiyaçların karşılanmasına yönelik pozitif yükümlülükleri olduğuna işaret etmektedir[8]:

“Laik devlet, dinler karşısında tarafsız olmakla birlikte, toplumun dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayıtsız değildir. Laiklik ilkesi, doğup geliştiği Batı’da, dinin toplumsal ve kamusal alandan tamamen dışlanması sonucunu doğurmamış, dini ihtiyaçların karşılanmasına yönelik devlet politikalarını beraberinde getirmiştir”.

Anayasa Mahkemesi, laiklik ilkesinin devlet ile din arasındaki kurumsal ilişkiyi mutlak anlamda yasakladığı sonucuna varılamayacağını kararında ifade ederek, din ve devlet kurumları arasındaki ilişkiye yönelik yeni yaklaşımını ortaya koymuştur[9]:

“Kaldı ki, bir bütün olarak bakıldığında, Türkiye’de baştan beri laiklik ilkesinin anayasal düzeyde ve uygulamada Devlet ile İslam dini arasındaki kurumsal ilişkiyi mutlak surette dışladığı da söylenemez. Anayasa, resmî bir dine yer vermemekle birlikte, çoğunluk dininin mensuplarının inanç, ibadet ve eğitim gibi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik resmî mekanizmalar öngörmüştür. Anayasa’nın 136. maddesi,  Diyanet İşleri Başkanlığını ‘laiklik ilkesi doğrultusunda’ özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmek üzere, genel idare içinde yer alan bir anayasal kurum olarak tanımlamıştır. 1965 tarihli 633 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca, bu anayasal kurumun amacı, ‘İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek’ olarak belirlenmiştir”.

Anayasa Mahkemesi’nin kararında belirttiği gibi laiklik, devletin dini inançlar karşısındaki konumunu belirleyen siyasal bir ilkedir. Laik devlet, toplumun dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayıtsız değildir. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir. Anayasa, çoğunluk dininin mensuplarının inanç, ibadet ve eğitim gibi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik resmî mekanizmalar öngörmüştür. Anayasa’nın 136. maddesi,  Diyanet İşleri Başkanlığını ‘laiklik ilkesi doğrultusunda’ özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmek üzere, genel idare içinde yer alan bir anayasal kurum olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla çoğunluk dininin mensuplarının dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı müftü ve imamlara memur statüsüne bağlı olarak resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesi laiklik ilkesine aykırı değildir.

Ayrıca, düzenleme, muhalefetin de belirttiği gibi dini nikâh yetkisi vermemekte, “evlendirme memurları” arasına, İçişleri Bakanlığının takdirine bağlı olarak, diğer kamu görevlileri yanında “il ve ilçe müftülerine” memur sıfatıyla resmi nikâh kıyma yetkisi vermektedir. Resmi nikâhı kıyan memurun müftü olması nikâhı dini yapmamaktadır. Nikâh merasimini gerçekleştirenin belediye memuru olması ile müftülük memuru olması arasında, “dini nikâh” bakımından bir fark yoktur. Nikâhı dini yapan merasimi gerçekleştiren kamu görevlisinin müftü olması ya da imam olması değildir.

Din ve vicdan özgürlüğü bakımından asıl olan inançların gerektirdiği dini töreni seçme hakkının herkese tanınmasıdır. Din ve vicdan özgürlüğüne uygun olan Müslüman ya da Hristiyan veya Alevi veya Sünni olan kişilerin resmi tören sırasında kendi inançlarının gereği olan dini töreni talep edebilme hakkıdır. Dolayısıyla bu düzenle Türkiye’de “resmi nikâh – dini nikâh” ayrımını ortadan kaldırmamaktadır.

Anayasaya aykırılık iddiasına yönelik ikinci argüman, düzenlemenin Anayasa 174/4 maddesiyle koruma altına alınan Devrim Kanunları içinde olan “evlendirme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmüne aykırı olduğudur.

Her şeyden önce, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkisi, kanunların “Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu” denetlemektir. Dolayısıyla, kanunların kanunlara uygunluğunu denetlemek Mahkemenin görev alanı içinde değildir. Bir kanunun sadece devrim kanunlarına aykırılığı ileri sürülemez. Anayasa’nın 174. maddesi “İnkılap kanunlarının…Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” diyerek, İnkılap kanunlarının anayasaya aykırılığının ileri sürülmesini yasaklamaktadır. Bu kanunlar ancak laiklik ilkesinin yorumunda destek ölçü norm olarak kullanılabilir.

Yukarıda açıklandığı gibi düzenleme laikliğe aykırı olmadığı gibi Anayasa’nın 174/4 maddesiyle koruma altına alınan Devrim kanunları içinde yer alan “evlendirme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmüne de aykırılık oluşturmamaktadır. Çünkü düzenleme ile evlendirme akdi evlendirme memuru önünde yapılmakta, ancak evlendirme memurları arasına yine memur olan “il ve ilçe müftüleri” dahil edilmektedir. Dolayısıyla evlenmenin evlendirme memuru önünde yapılmasını engelleyen bir hüküm yoktur. Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığına bu yetkinin verilmesinin Anayasaya aykırı olduğunu söylemek temelsizdir.

Anayasaya aykırılık iddiasının sonuncusu düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırı olduğudur. CHP’nin iddiasına göre, “Maddenin bu şekilde kabulü halinde vatandaşlar, “dini nikâh töreniyle evlenenler” ve “resmi nikâh töreniyle evlenenler” olarak ayrışacaktır. Toplum, “müftüye nikâh kıydıranlar” ve “belediyeye nikâh kıydıranlar” diye bölünecektir. (…) Dolayısıyla; Hristiyan, Yahudi vatandaşlarımız ya da toplumumuzun önemli bir bölümünü oluşturan Alevi vatandaşlarımız ya da Hanefilik dışında diğer mezheplere aidiyet duyan vatandaşlarımız belirtilen eşitlik ilkesi uyarınca Alevi dedesinin, papazın ya da hahamın, Caferi vatandaşlarımız kendi cami hocalarının, Şafi’ler Melelerin önünde bu hakkı kullanmak ister ise nasıl bir uygulama olacaktır? Bu sorunun cevabı halen meçhuldür”.

CHP’nin toplumsal ayrımcılığa yol açacağı yönündeki iddiası, kanun önünde bir ayrımcılığı değil, “varsayıma dayalı sosyolojik bir ayrıma” işaret etmektedir. Çünkü kanun “dini nikâh-resmi nikâh” ayrımı getirmemektedir. Resmi nikâhı kıyacak memurlar arasına il ve ilçe müftülerini dahil etmektedir. Resmi nikâh kıyacakları “memur statüsüne” dayalı objektif bir kritere bağladığından ayrımcılık söz konusu değildir.  Toplumun, “müftüye nikâh kıydıranlar” ve “belediyeye nikâh kıydıranlar” diye bölüneceği yönündeki iddia bir varsayımdır.

CHP’nin eşitlik ilkesi açısından sorduğu ikinci soru, “eşitlik ilkesi uyarınca Alevi dedesinin, papazın ya da hahamın, Caferi vatandaşlarımız kendi cami hocalarının, Şafi’ler Melelerin önünde bu hakkı kullanmak ister ise nasıl bir uygulama olacaktır?” şeklindedir. Düzenleme ile belli mezhebe yönelik dini nikâh yapma hakkı verilmiş değildir. Anayasa’ya göre Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda din hizmetlerini yerine getirmek üzere kurulmuştur. İl ve ilçe müftüleri kamu görevlisi statüsünde olup memurdur. Dolayısıyla resmi nikâh kıyma yetkisine sahip olan belediyelerde, muhtarlıklarda, il ve ilçe müftülüklerinde memur statüsünde her din ve mezhepten kişiler görev alabilir ve evlendirme işlemini gerçekleştirebilir.

SONUÇ

Düzenleme resmi nikâh kıyacak memurlar arasına il ve ilçe müftülüklerini dahil etmektedir. Maddeye göre, “Evlendirme memuru; belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde muhtardır. Bakanlık, il nüfus ve vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış temsilciliklere, il ve ilçe müftülüklerineevlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebilir.” İçişleri Bakanlığı bir yönetmelikle bu yetkiyi müftülüklere verebilir veya kaldırabilir. Anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı il ve ilçe müftülüklerine “memur statüsüne” bağlı olarak kanunla verilmiş bu yetki, laiklik ilkesine aykırı olmadığı gibi Anayasa’nın 174/4 maddesinde yer alan “evlendirme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmüne de aykırılık oluşturmamaktadır. Düzenleme evlendirme memurluğu yetkisini inançlar temelinde değil, “memur statüsüne” bağlı olarak düzenlediğinden diğer inanç sahipleri bakımından da bir ayrımcılık içermemektedir. Ayrıca, din ve vicdan özgürlüğü bakımından her inanç sahibinin evlenmenin dini törenini talep etme hakkı bulunmaktadır. Bu talep, devletin resmi nikâh işlemi yapmasına engel olamayacağı gibi resmi tören sırasında dini törenin birlikte yapılması da laiklik ilkesine aykırı olmayacaktır. Bu kapsamda her inanç sahibi dini tören sırasında kendi inancı doğrultusunda dini ritüellerin gerçekleştirilmesini isteyebilir ve devlette bunu kolaylaştırıcı önlemler alabilir. Böylece dini tören resmi tören ayrımı da ortadan kalkmış olur.

22.10.2017

Prof.Dr. Abdurrahman EREN


[1] TBMM, Nüfus Hizmetleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1826) ve İçişleri Komisyonu Raporu, s.4.

[2] CHP’li üyeler: Murat Bakan (İzmir), M. Rıza Yalçınkaya (Bartın), Tanju Özcan (Bolu) Nihat Yeşil (Ankara), Gürsel Erol (Tunceli).

[3] İçişleri Komisyonu Raporu, s. 22-23.

[4] HDP adına muhalefet şerhi yazan üye İstanbul milletvekili Hüda Kaya’dır.

[5] AYM, E. 1970/53, K. 1971/76, K.T. 21.10.1971.

[6] AYM, E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20.9.2012.

[7] AYM, E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20.9.2012.

[8] AYM, E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20.9.2012.

[9] AYM, E.2012/65, K.2012/128, K.T. 20.9.2012.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın