Dershanelerin Kapatılmasının Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu

Burada yapılacak değerlendirmeler, basına yansımış tartışmalar ışığında olası bir düzenlemenin içeriğine dayanılarak yapılmıştır.  Konuya tamamen anayasaya uygunluk teknikleri açısından yaklaşılmıştır.

Dershanelerin kapatılması ya da dönüştürülmesi iki hakla ilgili görünmektedir. Biri “eğitim ve öğrenim” hakkı, diğeri “serbest  teşebbüs kurma” hakkıdır. Her iki hak, sosyal ve ekonomik haklar alanında olduğundan, devletin bu haklara ilişkin negatif  yükümlülüğünden çok pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu da devlete bu alanda geniş bir düzenleme yetkisi  vermektedir.

Anayasanın 42. Maddesinde, “Eğitim ve öğretim,…Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” Bu hüküm gereğince devlet hem kamu hem de özel alanda yürütülen eğitim ve öğretim faaliyetlerini “gözetim ve denetim” yükümlülüğü altındadır. Nitekim Anayasanın 42. Maddesinde, “Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir” denilmektedir. Devletin hem kamu hem özel alanda eğitim faaliyetlerini kanunla düzenleme görev ve yetkisi vardır.

Çalışma ve sözleşme hürriyetini düzenleyen 48. Maddeye göre, “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirler alır”. Maddenin gerekçesinde ise, “Hürriyet temeline dayalı bir toplumda irade serbestliği çerçevesinde ferdin sözleşme yapma, meslek seçme ve çalışma hürriyetlerinin garanti altına alınması tabiîdir. Ancak, bu hürriyetler, kamu yararı amacı ile ve kanunla sınırlanabilir. (…) Devlet, kamu yararı olan hallerde ve mili ekonominin gerekleri ve sosyal amaçlarla özel teşebbüs özgürlüğüne sınırlamalar getirebilir. (…)” denilmektedir.

Her iki maddeyi Anayasanın bütünlüğü içinde yorumladığımızda, özel teşebbüslerin eğitim ve öğretim faaliyeti yürütmesi, Anayasa tarafından kabul edilmiş olmakla birlikte, devletin bu faaliyeti yürüten özel teşebbüsleri “çağdaş bilim ve eğitim esasları”  ve “sosyal amaçlara uygunluk” bakımından “gözetim ve denetim” görev ve yetkisi bulunduğu açıktır.

Hiçbir hak ve özgürlük sınırsız değildir. Hak ve özgürlükler; meşru amaçlarla, kanunla, hakkın özüne dokunmadan, ölçülü ve demokratik toplum düzenin gereklerine uygun bir şekilde sınırlandırılabilir (An m.13)

Yasama organı, özgürlükleri kanunla düzenleme ve sınırlandırma yetkisine sahiptir. Her düzenleme bir sınırlama değildir. Hakkın kullanımını engellemeyen düzenlemeler, sınırlama kabul edilemez. Bir hakkın kullanımını kişi, konu, yer, zaman yönünden engelleyen düzenlemeler sınırlama kabul edilir. Sınırlamaların Anayasaya aykırılığı söz konusu edilirken, düzenlemeler Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi değildir. Bu kapsamda, dershanecilik faaliyetlerinin bilinen şekliyle yapılmasının engellenmesi bir düzenleme değil, “sınırlama” kabul edilmelidir.

Özgürlükler ancak meşru bir amaca dayanılarak sınırlanabilir. Özgürlüklerin hangi nedenlerle sınırlanabileceği, ilke olarak ilgili hakkı düzenleyen maddede gösterilmiştir. Ancak, her hakkın doğası gereği “içkin sınırları” vardır. Bu sınırlar, hak ve özgürlüklerin, başkalarına ve içinde yaşanılan topluma karşı bazı ödevler içermesinden kaynaklanır (An.m.12). Dolayısıyla bir hakkı düzenleyen maddede açıkça bir sınırlama nedeni gösterilmemiş olsa bile, hakkın doğasına uygun bir nedenle sınırlanabileceği kabul edilmelidir.

Anayasanın 42. Maddesinde sınırlama amacı olarak “çağdaş bilim ve eğitim esasları” dile getirilmektedir. Denilebilir ki, dershanecilik alanında yapılan düzenlemenin meşru amacı, eğitim sistemini “çağdaş bilim ve eğitim esasları” doğrultusunda düzenlemektir. Ayrıca, Anayasanın 48. Maddesinde özel teşebbüs hürriyetinin “sosyal amaçlara uygunluk” bakımından sınırlanabileceği kabul edilmektedir. Bu kapsamda yapılan düzenlemenin amacı, “çağdaş bilim ve eğitim esasları” ile “sosyal amaçlara uygunluk” olduğu ileri sürülebilir.

Anayasa Mahkemesi’nin sıklıkla vurguladığı gibi, Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken “meşru amaç” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca “meşru amacın bulunup bulunmadığı” ile sınırlıdır. Kanun ile meşru amacın ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun kanun koyucunun takdirinde olduğu açıktır.

Üçüncü olarak, kanunla ve meşru amacı bulunsa bile yapılan düzenlemenin hakkın özüne dokunmaması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, bir sınırlama hakkın kullanımını imkânsız hale getiriyor ya da onun kullanılmasını son derece zorlaştırıyorsa bu sınırlama hakkın özüne dokunan bir sınırlamadır. Getirilecek olan düzenleme her şeyden önce özel teşebbüs sahiplerine eğitim alanında faaliyette bulunmayı tümden yasaklamamaktadır. Özel okullar, açık/akademik lise veya etütler, okuma salonları şeklinde alternatif faaliyetlere izin verilmektedir. Dolayısıyla, sadece dershanecilik yapılmaması şeklindeki bir sınırlama teşebbüs hakkının özüne dokunan bir sınırlama kabul edilemez.

Yasama organının kanunla, meşru bir amaca dayanarak ve hakkın özüne dokunmadan yaptığı sınırlama aynı zamanda “ölçülü” de olması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ölçülülük testinde kullanılan üç alt ilke vardır. Bunlar, elverişlilik, gereklilik ve orantılılıktır.

Sınırlamanın elverişli olması, seçilen yöntemin amaca ulaştırma bakımından uygun olmasını ifade eder. Dershaneciliğin yasaklanması şeklinde bir yöntem, çağdaş bilim ve eğitimin esasları ve sosyal amaçlara uygun bir eğitim sisteminin oluşmasına katkı sağladığı düşünülüyorsa, seçilen yöntemin elverişli olduğu söylenebilir. Anayasa Mahkemesi bu tür bir denetimde sadece, seçilen yöntemin amaç bakımından “mümkün olabilirliğine” bakabilir. Yoksa seçilen yöntemin, meşru amaçlar bakımından ne gibi sonuçlar doğurabileceği yönünde bir inceleme yapamaz. Anayasanın 153. Maddesine göre, Mahkeme “kanun koyucu gibi hareketle” yasanın yerindeliğini inceleyemez.

Sınırlamanın gerekli olması, seçilen yöntemin amaca ulaşmak bakımından en az özgürlüğü sınırlayan bir yöntem olması gerekir. Dolayısıyla aynı amaca ulaşmak bakımından birden fazla seçenek varsa, bunlar içinde özgürlüğü en az kısıtlayanın seçilmesi gereklidir. Yasama organı, dershaneciliği ilişkin bir sınırlama getirirken, eğitim alanında özel teşebbüs kurma hakkını tümden ortadan kaldırmamaktadır. Bu kapsamda, bu kurumların açık/akademik lise, etüt merkezi veya okuma salonu gibi alternatif hizmet alanlarına dönüşebileceği, personelin mağdur edilmeyeceği ifade edilmektedir. Dolayısıyla hedeflediği amaç bakımından, yaptığı müdahale eğitim alanında özel teşebbüs kurma hakkının tümden ortadan kaldırmadığı, alternatif seçenekler sunduğu için sınırlamanın gereklilik ölçütüne uygun olduğu söylenebilir.

Sınırlamanın orantılı olması, seçilen yöntemin amaca ulaşmak bakımından hakkı sınırlanan kişilere aşırı yük getirmemesi gerekir. Adil denge ölçütü de denen bir ilkeye göre, sınırlamanın bireye getireceği yük ile kamunun yararı arasında adil bir denge gözetilmesi gerekir. Dershaneciliğe ilişkin düzenlemeler ile eğitim sisteminde bir kamu yararı gözetiliyorsa, bu düzenlemelerden menfaati etkilenenlere bu yararın çok ötesinde bir yük yüklenmemelidir. Eğitim alanında özel teşebbüs hürriyeti tümden ortandan kaldırılmamaktadır. Özel okullar, açık/akademik lise, etüt merkezi ve okuma salanları gibi alternatifler sunulmaktadır. Bu doğrultudan özel teşebbüs hürriyeti tümden yasaklanmadığından, orantısız bir müdahaleden söz etmek güçtür.

“Demokratik toplum düzeninin gerekleri” açısından konuya bakılabilir. Bu ölçüte göre, yapılan özgürlük sınırlamasının, insan hakları sözleşmeleri, çağdaş demokratik ülkelerdeki uygulamalarla bağdaşır olması ve toplumsal bir ihtiyaca dayanması gerekir. Dershanecilik şeklinde eğitim alanında özel teşebbüste bulunmak, günümüz demokratik bir toplumun gereği olarak savunulamaz. Dershanecilik herkesin kabul ettiği gibi, eğitim sisteminin ortaya çıkardığı bir sorundan doğmaktadır. Devletin eğitim sistemini etkinleştirmek, öğrenciler ve veliler bakımından yük getirdiği düşünülen dershaneleri dönüştürmek yönünde atacağı bir adımın toplumsal bir ihtiyaca denk düştüğü ileri sürülebilir. Bu konuda, insan hakları sözleşmeleri, Avrupa ülkelerindeki uygulamalar ile açıkça bağdaşmaz bir durum olmadıkça, toplumsal ihtiyacı belirleme yetkisi devletin takdir yetkisindedir.

Kazanılmak hak kavramı bağlamında konu ele alınabilir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş sübjektif haktır. Kişilerin içinde bulunduğu statüden doğan ve bütün sonuçlarıyla elde ettiği kişisel haklar kazanılmış hak sayılır. Ancak, soyut ve genel hukuki durumlar (statüler) her zaman yasalarla değiştirilebilir. Hukuki statüde değişiklik yapan düzenlemeler, eski düzenlemeye göre statüsü devam eden kişiler için de uygulanır. Dolayısıyla hukuk düzenin kişilere tanıdığı genel ve soyut statüler onlar bakımından kazanılmış hak oluşturmaz.

Dershanelere ilişkin bir yasal düzenleme, tüm bu statüde olan kişilere ilişkin genel ve soyut bir kural getirmektedir. Dershanecilik statüsünde yapılacak bir değişiklik, bu statüde olanlar bakımından bir kazanılmış hak doğurmaz. Soyut bir kuralın gerçekte tek bir kişiyi ya da sınırlı sayıda kişiyi ilgilendiriyor olması onun soyut niteliğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla önceki yasaya göre elde edilmiş dershanecilik statüsünün hiç değiştirilmeden devamını istemek kazanılmış hak olamaz. Yeni çıkarılacak kanunun geçmişe yürütülemeyeceği ve eski kanun tarafından tanınan statülerin devam etmesi gerektiği kazanılmış hak bağlamında savunulamaz.

“Beklenen hak” kavramı açısından da konu tartışılabilir. Beklenen hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, ancak kendisi yönünden kesinleşmemiş ve kişisel niteliğe dönüşmemiş, bir statüye bağlı ileriye dönük haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar, kazanılmış hak niteliği taşımamakla birlikte, belirli bir süreci öngören statüsel işlemlerde bu sürecin başında ve sonunda olan bireyler açısından haklı beklentinin de hukuk devleti tarafından korunması adaletli bir hukuk düzeni kurmanın gereklerinden kabul edilmektedir. Bu kapsamda meşru beklentinin ani bir yasal düzenleme ile ortadan kaldırılması sonucu kişilerin uğradığı bir zarar söz konusu ise bunun karşılanması gerekmektedir.

Bu kapsamda dershaneciliğe ilişkin yapılacak bir düzenlemede, dershane hizmetinin yıllık dönemlerde verildiği göz önüne alınarak bu sürece bağlanmış hakların göz önünde bulundurulması gerekir. Hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olarak, çocuklarını dershaneye veren veliler ve velilerden dershane ücreti alan işletmeciler bakımından, sürece bağlanan haklar beklenen hak kapsamında değerlendirilmelidir. Ani bir düzenleme ile dönem ortasında yapılacak bir değişiklikten bu meşru beklentilerin boşa çıkması soncu bir zarar ortaya çıkarsa, bunun devlet tarafından karşılanması gerekir. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde, beklenen haklar bakımından, öngörülecek “geçiş hükümleri” ile kişilerin mağdur edilmesinin önüne geçilmelidir.

“Eşitlik” bakımından konu değerlendirilebilir. Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı gibi yasa önünde eşitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemektedir. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Hukuksal eşitlik, hukuksal durumları aynı olanların aynı, farkı olanların farklı işleme tabi tutulmaları anlamına gelmektedir. Haklı bir nedene dayanarak kişiler arasında farklı muamele yapılması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Anayasanın öngördüğü eşitlik ilkesinin çiğnenmemesi için, aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumların ayrı kurallara bağlı tutulması gerekmektedir.

Dershaneciler bakımından getirilen düzenleme, aynı statüde olan tüm dershaneleri kapsayacaktır. Yabancı dil kursları, Kur’an kursları, etüt merkezleri ve okuma salonları dershaneden farklı statüde olduğundan, ayrı bir muameleye tabi tutulması ayrımcılık sayılmayacak, dolayısıyla eşitlik ilkesini ihlal etmiş olmayacaktır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın