Sabah Gazetesi Röportajı

Prof.Dr. Abdurrahman EREN (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı)    1. Nispi temsil, Dar bölge ve daraltılmış bölge seçim sistemleri arasında ne farklar var, hangi seçim sistemi daha demokratiktir?

Demokratik bir yönetimin temel koşulu serbest seçimlerdir. Serbest seçim ilkeleri, insan hakları sözleşmeleri ve anayasalarda temel bir hak olarak tanınmaktadır. Bu kapsamda, seçimlerin genel, eşit, doğrudan, gizli oylama ile yapılması, sonuçların açık sayımı ve yargı denetimine tabi olması serbest seçimin temel ilkeleridir. Bu ilkeler esas alınarak hangi seçim sistemini tercih edeceği devletlerin “siyasal takdir alanı” içindedir.

 Serbest seçim ilkelerine uyulduktan sonra tercih edilen her sistem demokratik kabul edilir. Bu nedenle demokratik ülkelerdeki seçim sistemleri birbirinden farklılıklar arz eder. İngiltere, Fransa ve ABD’de “dar bölge” seçim sistemi uygulanırken, Avrupa’da uygulanan en yayın sistem nispi temsil sistemidir. Danimarka, İspanya, Estonya, İrlanda, Lüksemburg, Malta, Moldavya, Norveç, Polonya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’de nispi temsil sistemi uygulanmaktadır. İtalya, Litvanya, Rusya, Ukrayna ve Almanya’da ise bu iki sistemin karma modelleri uygulanmaktadır. Bu ülkelerde uygulanan seçim sistemlerinin her biri demokratiktir.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’deki %10 barajlı seçim sistemine karşı açılan davada şöyle demektedir: “1. Protokolün 3. maddesindeki serbest seçimler, halkın kanaatinin özgürce ifade edilmesini sağlayacak koşullarda, makul aralıklarla, gizli oyla ve serbestçe yapılmasının ötesine gitmemektedir. Bu koşullar uyulmak şartıyla madde herhangi bir seçim sistemini zorunlu kılmamaktadır. Seçim sistemine ilişkin kurallar her devletin tarihsel ve siyasal faktörlerine bağlı olarak değişmektedir” (Yumak ve Sadak-Türkiye Kararı, p. 61.).

Seçim sistemleri, halkın kullandığı oyların seçilecek temsilcilerin belirlenmesinde nasıl kullanıldığı ile ilgilidir. Bu kapsamda, milletvekili sayısının belirlenmesi, seçim çevrelerinin oluşturulması, milletvekillerinin seçim çevrelerine dağıtılması, adayların belirlenmesi, geçerli oyların milletvekillerine dönüştürülmesi ve seçim sonuçlarının denetlenmesinde kullanılan yöntemler seçim sistemlerini oluşturur. Bu yöntemler ülkeden ülkeye değiştiğinden tek tip bir seçim sistemi yoktur. Ancak, demokratik ülkelerde kullanılan sistemlerin ortak özelliklerinden yola çıkılarak seçim sistemlerini iki ana kola ayırmak genel bir uygulamadır.

Bunlardan biri çoğunluk sistemidir. Bu sistemde bir seçim çevresinde en çok oyu olan seçimi kazanır. Seçim çevreleri bir milletvekili çıkaracak şekilde belirlendiğinde buna “dar bölge çoğunluk sistemi” denir. İngiltere’de uygulanan bu sistemde küçük seçim çevresinde her partinin gösterdiği tek aday arasında tek turlu bir seçim yapılır. Bu sistem Fransa’da tek isimli ancak iki turlu olarak uygulanır. Türkiye’de çoğunluk sistemi 1946-1960 arasında geniş çevrede “listeli” olarak uygulanmıştır. Birden çok milletvekili çıkaracak bölgelerde en çok oyu alan parti tüm milletvekillerini kazanabilmekte ve buna “tutum çıkarmak” denilmekteydi.

En yaygın sistem nispi temsil sistemidir. Türkiye’de 1960’dan bu güne nispi temsil sistemi uygulanmaktadır. Bu sistemde, seçim çevreleri birden fazla milletvekili çıkaracak şekilde belirlenir ve her parti seçim çevresinde, seçmenlerden aldıkları oy oranına göre milletvekili çıkarmaktadır. Türkiye’de bir seçim çevresi il esasına göre belirlenmekte ve bir ilden kaç milletvekili çıkacağı nüfusa göre tespit edilmektedir. Bir seçim çevresinden “beş milletvekili” seçilecek şekilde “daraltılmış seçim çevrelerinin” belirlenmesi yine nispi temsil sistemi içinde farklı bir uygulama olacaktır. Ancak, seçim çevrelerinin yapay olarak oluşturulacak olması, seçim çevreleri üzerinde sürekli siyasi tartışmalara yol açacaktır. Nitekim İngiltere’de seçim çevrelerinin belirlenmesinde yaşanan adaletsizliklerden yola çıkılarak “kokuşmuş kasabalar” (rotten boroughs), benzetmesi siyaset literatürüne geçmiştir.

2. Daraltılmış bölge ya da dar bölgede baraj sorunu da ortadan kalkar mı?

Demokrasi ile seçim sistemleri arasındaki zorunlu ilişkide, “temsilde adalet ve yönetimde istikrar” ilkeleri gözetilmesi gereken temel dengeyi oluşturur. Temsilde adaleti sağlamak uğruna, her seçime katılan partinin mecliste temsiline imkan verilirse, “yönetimde istikrar” bozulabilir. Yönetimde istikrarı sağlamak adına muhalefetin önü tıkanmaya çalışılırsa bu durumda temsilde adaletsizlikler doğabilir. Bu nedenle ister dar bölge isterse nispi temsil sistemi tercih edilsin her iki sistemde de istikrarlı parlamento oluşturmak adına “doğal ya da yapay barajlar” vardır.

Dar bölge sisteminin özünde “doğal bir baraj” vardır. Yarışılan her bölgede “geçerli oyların çoğunluğunu” almak zorundasınız. Bu nedenle çoğunluk sisteminin uygulandığı ülkelerde ayrıca bir baraj konulmaz. Örneğin İngiltere’de ve ABD’de uygulanan dar bölgeli tek turlu çoğunluk sistemi iki veya üç partinin parlamentoda temsiline imkân vermektedir.

Nispi temsil sitemi temsilde adalete daha uygundur ve partiler aldığı oy oranına göre milletvekili kazanır. Ancak, siyasal istikrar sağlamak adına “yapay barajlar” getirilir. Barajların varlığı demokrasiyle bağdaşmaz değildir.Örneğin, İsveç’te %4’lük ulusal baraj yanında %12’lik seçim çevresi barajı bulunmaktadır. Bulgaristan ve Lichtenstein’da ulusal baraj %8 olarak belirlenmiştir. Danimarka’da siyasal partiler ya %2 lik ulusal barajı aşmakta ya da ülkenin 3 coğrafi bölgesinden ikisinde oyların çoğunluğunu alması gerekmektedir. Bazı ülkelerde partilerin seçim ittifakı yaparak koalisyon şeklinde seçime katılmaları durumunda barajın yükseltildiği görülmektedir. Örneğin Çek Cumhuriyetinde bir parti için öngörülen baraj %5’iken, koalisyon durumunda baraj %5 artırılmaktadır. Romanya’da %5 olan baraj koalisyon durumunda %3 artırılmaktadır. Polonya’da seçim barajları yerel listeler için %5, ulusal listeler için %8 uygulanmaktadır. Moldovya’da bağımsız adaylar için %3’den aşağı bir baraj uygulanmaktadır (AİHM Yumak ve Sadak-Türkiye Kararı, p.36-39.).

“Daraltılmış bölge” sistemi nispi temsil sistemi içinde sayılacağından yine bir baraj getirilecektir. Burada yüzde onluk barajın yüzde beşe çekilmesi olumlu karşılanacak, ancak 5 milletvekili çıkaracak şekilde “yapay seçim bölgelerinin” oluşturulması daha büyük adaletsizliklere yol açabilecektir. Dolayısıyla seçim çevreleri ile oynamadan mevcut yapıda da seçim barajı yüzde yedi veya beşe yine çekilebilir.

3. Herkes lider sultasından şikayetçi bu sistemler bunun önüne geçer mi?

Seçim sistemleri ile lider sultası arasında bir ilişki yoktur. Siyaset biliminde lider sultası daha çok “parti yapısı” ve “siyasi kültürle” ilgili görülür. Örneğin ABD’de de dar bölge seçim sistemi uygulandığı halde, liberal siyasal kültürün etkisiyle partiler “serbest parti” olarak nitelendirilmektedir. Oysa İngiltere’de de dar bölge seçim sistemi uygulandığı halde işçi partisi ve muhafazakar partilerde “disiplinli parti” yapısı karşımıza çıkabilmektedir. Örneğin Almanya ve Rusya’da nispi temsil ve çoğunluk sisteminin karma modeli uygulandığı halde, Almanya’ya göre Rusya’da çok daha fazla bir lider sultasından söz edilebilir.

Türkiye’de lider sultası milletvekili adaylarının belirlenmesi ve parti disiplini kapsamında karşımıza çıkıyorsa, dar bölge veya daraltılmış bölge sistemine geçsek de bu durum değişmez. Türkiye’deki siyasal kültür ve disiplinli parti yapısı seçim sistemini değiştirmekle değişmeyeceğinden, dar bölge de olsa aday belirlemede yine parti genel başkanlarının belirleyiciliği ortadan kalkmayacaktır. Aynı şekilde, dar bölge seçim sistemine göre seçilse bile, milletvekilleri yine parti disiplinine aykırı davranması halinde partiden ihraç edilmesinin önüne geçilmiş olmayacaktır. Mevcut seçim sistemi, aday belirlemede ön seçim yapılmasına ya da partilerde farklı seslerin çıkması önünde bir engel değildir.

4. Dar bölge seçim haritasını nasıl değiştirir?

Dar bölge seçim sistemine geçilmesi halinde, kısa vadede yapılacak seçimler üzerinde bir etki beklenemez. Ancak uzun vadede seçmen davranışında ve parti yapısında değişikler ortaya çıkabilir. Dar bölge sisteminde tek aday üzerinden bir yarış yaşanacağından, seçimi kazanmak amacıyla küçük partiler, cemaatler, aşiretler belli seçim bölgelerinden milletvekili çıkarmaya yönelecektir. Türkiye’de belli partilerde toparlanan siyasi yapı yeniden daha parçalı hale gelebilir. Bu durumda, parlamenter sistem içinde hükümetin kurulması zorlaşabileceği gibi başkanlık sistemine geçilmesi halinde ise, yasama sürecinin tıkanması muhtemeldir.

5. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi şu anki yasal düzenlemeler çerçevesinde yetki sıkıntısı yaşatır mı? Partilerin belirleyeceği cumhurbaşkanlığı adayları olacak. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir başbakan yetkiler nasıl paylaşılır?

Türkiye’de Cumhurbaşkanını halkın seçecek olması, Anayasa’da öngörülen parlamenter hükümet sisteminin niteliğini değiştirmez. Avrupa Birliğine üye ülkelerden on ülkede devlet başkanı halk tarafından seçilirken, on ülkede Parlamento tarafından seçilmekte ve yedi monarşik ülkede ırsi olarak belirlenmektedir. Parlamento tarafından seçilen ülkeler şunlardır: Almanya, Yunanistan, İtalya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Malta, Macaristan, Letonya ve Slovakya. Halk tarafından seçilen ülkeler; İrlanda, Finlandiya, Avusturya, Fransa, Slovenya, Portekiz, Polonya, Litvanya, Kıbrıs, Bulgaristan’dır. Monarşi olan ülkeler, İspanya, Hollanda, İngiltere, Belçika, Lüksemburg, İsveç, Danimarka’dır. Dolayısıyla cumhurbaşkanını parlamentonun seçtiği Almanya’da da, halkın seçtiği Avusturya’da da veya ırsi olarak devlet başkanının belirlendiği İngiltere’de de parlamenter sistem söz konusudur ve devlet başkanı parlamenter sistemlerde “yetkisiz, sorumsuz ve tarafsız” olma özelliklerine sahiptir.

1982 Anayasası’na göre de, Cumhurbaşkanını halk seçecek olsa da, Anayasada öngörülen parlamenter sistemin gereği olarak, Cumhurbaşkanı yine “yetkisiz, sorumsuz ve tarafsız” hareket etmek zorundadır. Anayasanın Cumhurbaşkanının “tarafsızlığı” kenar başlıklı 101. Maddesine göre, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer”. Yine Anayasanın 103. Maddesine göre, “Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde… Cumhurbaşkanı sıfatıyla,… üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” diye “tarafsız kalacağı” üzerine yemin edecektir.

Parlamenter sistemde yürütme iki başlıdır. Devlet başkanı sorumsuz ve yetkisizdir. Bakanlar Kurulu asıl yetkili ve sorumludur. Nitekim Anayasamızın 8. Maddesine göre “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir”. Anayasanın 104/1. Maddesine göre “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir”. Anayasamızın 112. Maddesine göre, “Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur”. Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanının hükümetin genel siyasetini belirleme yetkisi olmadığı gibi bu siyasetin yürütülmesinde de sorumluğu yoktur. Nitekim Anayasanın 105. Maddesine göre “Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur”.

6. Başbakan Erdoğan Köşk’e çıkarsa 104′üncü maddenin kullanılacağı söyleniyor. Bu neyi getirir?

Görüldüğü gibi Anayasamızda Cumhurbaşkanının ve Bakanlar Kurulunun yetki ve sorumluluk alanları açıkça düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanını halkın seçecek olması bu durumu değiştirmez. Anayasanın 104. Maddesinde Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler genellikle Parlamenter sistemlerde devlet başkanına tanınan olağan yetkilerdir. Bu maddede sayılan yetkilerin nasıl kullanılacağı Anayasanın diğer maddelerinde gösterilmektedir. Örneğin 104. Maddede Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler arasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek” sayılmaktadır. Ancak, bu yetkinin hangi koşullarda ve nasıl kullanılacağı Anayasanın 116. Maddesinde gösterilmektedir. Dolayısıyla sadece bu maddeden hareket ederek Cumhurbaşkanı istediği zaman Meclisi feshetme yetkisine sahiptir denilemez. Aynı şekilde, 104. Maddede, “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” yetkisi de, istediği her zaman Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırma ve başkanlık etme yetkisi verir şekilde yorumlanamaz. Anayasanın 119 ve 121. Maddelerinde düzenlene olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edilmesi durumlarınca Cumhurbaşkanı bakanlara kuruluna başkanlık eder.

7. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Protokol cumhurbaşkanı değil, terleyen, koşan, koşturan cumhurbaşkanı olacak” dedi. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yetkilerini artırır mı?

Anayasa’da açıkça Bakanlar kurulunun başkanının Başbakan olduğu ifade edilmişken, hükümetin genel siyasetini belirleme yetkisi Başbakana verilmişken, bu siyasetin yürütülmesinden bakanlar kurulu sorumlu tutulmuşken, Anayasaya göre yaptığı eylemlerden sorumlu tutulmayan Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna sürekli başkanlık etmesi ve genel siyasetin belirlenmesine karışması Anayasayı ihlal olur. Dolayısıyla mevcut Anayasal hükümler ışığında, Cumhurbaşkanları seçim döneminde, “tarafsız devlet başkanı olarak” görevlerini yapacakları yönünde halkın önüne çıkmaları gerekir. Halka, “Devletin başı olarak” herkesi kucaklayacakları, devlet kurumları arasında uyumu ve düzeni koruyacakları ve günlük siyasetin dışında kalacaklar yönünde söz vermeleri gerekir.

Anayasamız Cumhurbaşkanına Devletin başı olarak, uluslararası alanda ülkeyi temsil etme, ülkenin ve milletin bütünlüğünü koruma, tarafsız cumhurbaşkanı olarak yüksek yargı organlarına atamalar yapma, hükümetin yaptığı atamalarda hukuka uygunluğu gözetme, kanunların yayınlanmasında Anayasaya uygunluğa dikkat çekme yönünde “terleme görevi” vermektedir.

8. Cumhurbaşkanı olacak kişi perde arkasından hükümeti mi yönlendirecek?

Yukarıda açıklandığı gibi mevcut Anayasal hükümler karşısında Cumhurbaşkanı hükümete başkanlık edemez, hükümetin genel siyasetinin belirlenmesine ve yürütülmesine karışamaz. Bu Anayasa göre yapacağı “tarafsızlık” yeminine aykırı olur. Cumhurbaşkanlarının hükümete başkanlık etme modeli Fransa’da uygulanan “yarı başkanlık” sisteminde mevcuttur. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Avrupa’da bir çok ülkede Cumhurbaşkanlarını halk seçmekte ancak buralarda, Cumhurbaşkanları hükümeti yönetmemektedir. Bu anlamda Fransız modelinde iki yetki öne çıkmaktadır. Fransız Anayasasının 9. Maddesine göre “Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kuruluna başkanlık eder”. Anayasanın 22/son maddesine göre, Başbakan, “İstisnai hallerde Cumhurbaşkanının açıkça verdiği yetkiye dayanarak ve belirli bir gündem için bakanlar kuruluna, Cumhurbaşkanına vekâleten başkanlık eder”. Görüldüğü gibi Fransa’da Bakanlar Kuruluna başkanlık etme konusunda Cumhurbaşkanına tanınan yetki asıl, başbakanın ki ise istisnadır. Oysa 1982 Anayasasında bu durum tam tersinedir.

Yine Fransa’da hükümetin başkanı olan Cumhurbaşkanı, Meclisteki çoğunluğu kaybetmesi durumunda hükümetle meclis arasında doğacak çatışmaları gidermek için Anayasa ile kendisine istediği zaman Meclisi fesh etme yetkisi verilmektedir. Fransız Anayasasının 12. Maddesine göre “Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanlarının görüşünü aldıktan sonra Millet Meclisini feshedebilir”. Oysa 1982 Anayasasının 116. Maddesine göre Cumhurbaşkanı sadece hükümetin düşmesi sonrası 45 gün için yenisi kurulamazsa Meclis seçimlerini yenileme yetkisine sahiptir.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanının seçildiği partinin Mecliste çoğunluğu kaybetmesi durumunda muhalefetin oluşturacağı hükümette istese de başkanlık etmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca şimdiden hükümete başkanlık edileceği şeklinde demeçler verip, Cumhurbaşkanı seçiminde muhalefetin adayının kazanması durumunda, mevcut hükümete yeni cumhurbaşkanının başkanlık etmesini kabul etmek durumunda kalınabilir. Dolayısıyla Parlamenter sistemin ruhuna uygun hareket edilmesi gerekir. Cumhurbaşkanının “yetkisiz, sorumsuz ve tarafsız” kalması gerekir. Haklın seçmesi durumu değiştirmez.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın