Şimdi yükleniyor

AYM’nin Son Can Atalay Kararının Değerlendirilmesi

Can ATALAY hakkında AYM’nin daha önce verdiği kararlar hakkında 10.11.2023 tarihli yazımda[1] ilk değerlendirmemi yapmış, ortaya çıkan hukuki ihtilafın Anayasal ve yasal dayanaklarını ve iki Yüksek Mahkeme’nin ihtilafa düştüğü ana noktaları ve dayandıkları argümanları ele almıştım. AYM’nin konuya ilişkin  son kararı (E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024) Resmi Gazete’nin 1/8/2024 tarihli ve 32619 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. Bu kararda Anayasa hukuku bakımından birçok ihtilaflı konu bulunmaktadır. Nitekim Mahkeme’nin üyeleri arasında da yetki ve esasa ilişkin farklı görüşler dile getirilmiştir. Bu yazımda kararda çoğunluk ve azınlık üyelerin görüşleri de dikkate alınarak ihtilaflı konular hakkında kendi değerlendirmemi yapacağım. Bu bağlamda şu soruların cevapları verilmeye çalışılacaktır:

  • Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme halinde düşmesi işlemi denetlenebilir mi?
  •  Kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesi işlemi eylemli içtüzük niteliğinde kabul edilebilir mi?
  • Anayasa Mahkemesi Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kesin hüküm niteliğindeki kararını yok hükmünde sayabilir mi?
  • TBMM Başkanlık Divanının kesin mahkeme kararını yok hükmünde sayıp Genel Kurula bildirme işlemini yapmaması mümkün mü?

1. Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme halinde düşmesi işlemi denetlenebilir mi?

Anayasa’nın 84. maddesinin 2. fıkrasına göre “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur.” . İptal istemi kenar başlıklı Anayasa’nın 85. maddesine göre, “Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine 84 üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü fıkralarına göre karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir”. Anayasa’nın 85. maddesindeki açık hüküm gereğince 84. maddenin 2. fıkrası kapsamındaki kararlar hakkında Anayasa veya İçtüzüğe aykırılık iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Nitekim Anayasa Mahkemesine iptal başvurusunda bulunanlar Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında iptal isteminde bulunmamış, “İptal davası” kenar başlıklı 150. maddesi kapsamında eylemli içtüzük normu iddiası ile iptal davası açmıştır. Başvuruda Anayasa veya İçtüzüğe esastan aykırılık iddiası değil, eylemli içtüzük değişikliği yoluyla norm ihdası edildiği iddiasında bulunulmaktadır[2]. Bunun anlamı yeni bir içtüzük kuralı İçtüzüğe aykırı ve onu değiştirecek şekilde yapıldığı ve bunun şekil bakımından anayasaya aykırılık taşıdığı anlamına gelmektedir.

AYM’nin yerleşik içtihadı, Anayasa’nın 84. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında gördüğü işlemlerin anayasallık denetiminin yapılmasının Anayasa’nın 85. maddesi çerçevesinde mümkün olmadığı ve bu yöndeki iptal taleplerinin “yetkisizlik nedeniyle reddi” yönündedir[3]. AYM yerleşik içtihadının bu yönde olduğunu hatırlatmakla birlikte Can Atalay kararının diğerlerinden farklı bir özellik taşıdığını belirterek 85. madde kapsamında bir inceleme yapmaktadır. Can Atalay olayındaki tek farklılığı dayandırdığı argüman ise “kesin hükme konu olay hakkında AYM’nin daha önce verdiği ihlal kararının bulunması”dır.

AYM’nin kararındaki çoğunluk görüşüne[4] göre öncelikle “iptali talep edilen işleme konu kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün bulunup bulunmadığı incelenmeli ve Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında denetlenebilir bir işlemin hukuk aleminde varlık kazanıp kazanmadığı ortaya konulmalıdır[5]. Kararda karşıoy kullanan azınlık görüşüne[6] göre ise Anayasa’nın 85. maddesinin açık hükmü karşısında Mahkemenin iptal istemini incelemesinin mümkün olmadığı ve görevsizlik nedeniyle red kararı vermesi gerektiği yönündedir. Azınlık görüşünü oluşturan üyeler şu hukuki argümanlara dayanmaktadırlar:

  • Anayasa’nın 84. maddesinin ilk halinde tüm düşme halleri için TBMM kararı alınması öngörülmüş, 85. maddesinde ise tüm düşme kararları aleyhine Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapma imkânı tanınmışken, 1995 Anayasa Değişikliği ile milletvekilliğinin “kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi” bakımından TBMM kararı alınması usulü kaldırılmış, yerine “bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesi” usulü getirilmiştir.
  • Anayasa’nın 85. maddesi “Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine 84 üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü fıkralarına göre karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.” şeklinde değiştirilmiştir.
  • Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca iptal talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurma imkânı tanınan ve Anayasa Mahkemesinin de anılan madde uyarınca inceleme görev ve yetkisini haiz olduğu milletvekilliğinin düşmesi hâlleri; Anayasa’nın 84. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen durumlar olup, maddenin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma sebebiyle milletvekilliğinin düşmesini düzenleyen ikinci fıkrası yönünden Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında Anayasa Mahkemesine başvuru imkânı bulunmamaktadır (bkz. AYM, E.2021/33, K.2021/23, 31/3/2021, § 7; E.2020/49, K.2020/36, 25/6/2020, § 7; E.2020/50, K.2020/37, 25/6/2020, § 7).[7]

Kanaatimizce de AYM Azınlık görüşünde ortaya konan gerekçeler Anayasa’nın 85. maddesinin lafzına, amacına ve tarihsel yorum ilkesine daha uygundur. Başvurucular da Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında bir incelemenin mümkün olmadığını görerek Anayasa’nın 150. maddesi kapsamında iptal davası açmıştır. AYM’nin Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında 84/2. hükmüne giren yargı kararlarını denetleme yetkisi olmadığından yetkisizlik nedeniyle konuyu bu madde üzerinden bir değerlendirme yapmaması gerekirdi. İptal davası Genel Kurula bildirilme işleminin eylemli içtüzük değişikliği yoluyla norm ihdas etmesi nedenine dayalı açıldığından bu işlemin eylemli İçtüzük hükmü niteliğinde kabul edilip edilmeyeceğini değerlendirmesi ve daha sonra denetlenebilir bir işlemin olup olmadığına karar vermesi gerekirdi.

Mahkemenin yerleşik içtihadının da 84/2. hükmü kapsamındaki işlemleri 85. madde kapsamında incelemeyi yetkisizlik nedeniyle red etme yönündeyken, bu içtihattan ayrılma nedeni olarak Can Atalay olayında daha önce vermiş olduğu ihlal kararını gerekçe göstererek 85. madde yönünden inceleme yapmaktadır[8]. Ancak kesin hükme konu olay hakkında AYM’nin daha önce ihlal kararı vermiş olması Anayasa’nın 85. maddesi kapsamında yetkisiz olduğu bir konuda inceleme yapmasını haklı kılmaz.

Mahkemeyi bu zorlama yola iten ana nedenin, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının hukuken geçerli bir karar olmadığı ve bu karara dayalı kesin hükmün Genel Kurula bildirilmesi işleminin de geçerli bir işlem olmayacağını söylemek adına kendisine bir fırsat yaratmak olduğu düşünülebilir. Ancak yetkisini aşarak bu yönde zorlama yorumlara gitmesi Anayasaya uygun yorum olmayacağı gibi yargısal aktivizm olarak da algılanabilir.

2. Kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesi işlemi eylemli içtüzük niteliğinde kabul edilebilir mi?

Anayasa Mahkemesine iptal davası açanlar (Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Özgür ÖZEL, Burcu KÖKSAL, Gökhan GÜNAYDIN, Ali Mahir BAŞARIR ile birlikte 125 milletvekili), Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611, Değişik İş. 2024/1 sayılı kararının ekte gönderildiğine dair anılan Daire Başkanlığı yazısının TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde okunmak suretiyle Genel Kurula bildirilmesi işleminin eylemli içtüzük değişikliği mahiyetinde olduğu gerekçesiyle iptalini talep etmişlerdir[9].

Başvuranların iddiası Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının AYM’nin ihlal kararı karşısında yok hükmünde olduğundan bu kararın Genel Kurula Bildirilmesi işleminin yapılarak milletvekilliğinin düşürülmesini eylemli İçtüzük değişikliği yoluyla norm ihdas etme şeklinde niteleyip bu normun iptalini talep etmektedirler. Ancak AYM çoğunluk görüşü kararın hiçbir yerinde yapılan Genel Kurula bildirme işleminin eylemli içtüzük niteliğini ele almamış ve bu yönde bir değerlendirme yapmamıştır. Oysa AYM iptal davalarında taleple bağlı, gerekçe ile bağlı değildir. Talep eylemli içtüzük değişikliği yoluyla norm ihdas edilmek suretiyle şekil bakımından Anayasaya aykırılık iddiasıdır. AYM talebi hiç dikkate almadan 84. ve 85. maddeler bağlamında “İnceleme” yapmakta, eylemli içtüzük değişikliği talebi hakkında hiçbir değerlendirme yapmamaktadır.

Nitekim Karşıoy Gerekçesinde azınlık görüşü kapsamında bu husus dile getirilmekte, eylemli içtüzük niteliğinde bir işlemin olmadığı ortaya konulmaktadır. Karşıoy gerekçesinde “Mahkememizin, TBMM kararı niteliğinde olmayan yasama işlemleri ya da tasarruflarının eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde kabul edilip ilk inceleme aşaması geçilerek esas incelemesi yapılan bir kararına rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte TBMM kararı olmamaları nedeniyle Başkanlık ya da Başkanlık Divanı işlemlerini eylemli içtüzük değişikliği olarak görmediği kararlarının bulunduğu gözlemlenmektedir[10].  AYM’nin 25/3/1999 günlü ve E.1999/12, K.1999/5 sayılı kararında olduğu gibi Başkanlık işlemleri hakkında “İçtüzük kuralı ihdası veya değişikliği niteliğindeki TBMM kararları Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanına girdiğinden, bu kapsamda bulunmayan Başkanlık işlemlerine ilişkin iptal isteminin görevsizlik nedeniyle reddi gerekir.” şeklinde yerleşik içtihadı bulunmaktadır[11].

Karşıoy görüşünde olan üyeler somut davaya konu Genel Kurula bildirim işlemi, TBMM kararı alınarak tesis edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 150. maddesi kapsamında iptal davası yoluyla inceleyebileceği Anayasa’nın 148. maddesinde (Mahkemenin görev alanında) sayılan normlardan herhangi birisi niteliğinde değildir diyerek “davada görevsizlik nedeniyle red kararı” verilmesi gerektiği sonucuna varmaktadırlar[12].

Anayasa hukuku bakımından bir işlemin yasama işlemi kabul edilebilmesi için TBMM Genel Kurulunun kararı olması gerekir. Genel kurul yasama işlemlerini karar veya kanun şeklinde yapmaktadır. Ortada kanun veya Meclis kararı şeklinde bir işlem söz konusu olmadan eylemli içtüzük değişikliği yoluyla norm ihdas edilmesi mümkün değildir. Nitekim AYM çoğunluk görüşündeki üyeler de bu gerçeği bildiğinden konuyu eylemli içtüzük değişikliği boyutuyla hiç değerlendirmemektedir. Ancak yanlış bir usul izlenerek yetkisiz olduğu 85. madde kapsamında bir inceleme yapılmakta 150. madde kapsamında açılan iptal davasında dile getirilen talep hakkında (eylemli içtüzük değişikliği) karar verilmemektedir.

3. Anayasa Mahkemesi Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kesin hüküm niteliğindeki kararını yok hükmünde sayabilir mi?

AYM kararında Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihinde verdiği hak ihlali kararı sonrasında Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY ile ilgili kesinleşen bir hükmün varlığından söz etmek hukuken mümkün değildir.” denilmektedir[13].

Kanaatimizce AYM’nin verdiği bir hak ihlali kararı sonrasında kararın yerine getirilmemiş olması, kesinleşen bir mahkeme kararını kendiliğinden hükümsüz kıldığı ileri sürülemez. Türk hukukunda yargı ayrılığı söz konusu olduğundan birden fazla yargı kolu ve birden fazla yüksek mahkeme bulunmaktadır. Bu mahkemeler arasında bir hiyerarşi bulunmadığı gibi AYM diğer yargı kollarından yüksek mahkemeler üzerinde süper temyiz mahkemesi değildir. Bu nedenle AYM’nin bireysel başvuru kapsamında verdiği hak ihlali kararlarının diğer mahkeme kararlarının kesin hüküm niteliğini kendiliğinden ortadan kaldırdığı söylenemez. Nitekim “yargılamanın yenilenmesi” veya “yeniden yargılama” usulünün getiriliş amacı da AYM veya AİHM kararlarının doğrudan icrai etkiye sahip olmamasıdır.

Dolayısıyla AYM’nin hak ihlali kararlarının usul hukuku kuralları çerçevesinde yerine getirilmesi esas olmakla birlikte, bu kararların doğrudan kesin hükümleri yok sayma yönünde icrai bir etkisinin olduğu kabul edilemez.

4. TBMM Başkanlık Divanının kesin mahkeme kararını yok hükmünde sayıp Genel Kurula bildirme işlemini yapmaması mümkün mü?

AYM kararında şu gerekçelerle TBMM Genel Kurulunda yapılan bildirim işleminin hukuken hatalı bir işlem olduğunu ifade etmektedir:

  • Bu bakımdan yasama organının da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25/10/2023 tarihinde tespit ettiği ihlalin giderim sürecinin bir parçası olduğu kuşkusuz olup söz konusu karar yasama organı yönünden de bağlayıcı niteliktedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY’ın ikinci başvurusu üzerine verdiği ihlal kararının giderimi kapsamında, kararın bir örneğinin bilgi için ve ilgileri nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesine hükmetmiştir (Şerafettin Can Atalay (3), § 78).”[14].
  • “Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı karşısında Yargıtayın Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması yönünde verdiği karara hukuki değer atfedilmesi mümkün olmadığı gibi Yargıtayın bu kararından hareketle kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının varlığını sürdürdüğünün kabulü de mümkün değildir[15].
  • TBMM Genel Kurulunda okunan metinde yer alan Dairenin 3/1/2024 tarihli ve 2024/1 Değişik İş sayılı kararı da Anayasa Mahkemesinin anılan bireysel başvuru kararına uyulmasına yer olmadığına ilişkin Türk hukukunda verilmesi mümkün olmayan, Anayasa’nın tamamen dışında kalan ve hukuki dayanağı bulunmayan bir karardır. Dolayısıyla Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY ile ilgili kesin bir mahkûmiyet içermediği açık olan kararlara yer verilen Daire yazısının TBMM Genel Kurulunda okunmasıyla Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY’ın milletvekilliğinin düşmesine yönelik işlem tesis edilmiş ve böylece fiilî (de facto) bir durum oluşturulmuştur[16].

Kararda Yargıtay 3. Dairesinin kararının hukuki varlıktan yoksun olduğunun kabul edilerek TBMM Genel Kurulunda okunmasının hukuken hatalı olduğu yönünde görüş belirtilmektedir.

Kanaatimizce Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararını yok hükmünde saymak hukuken mümkün değildir. Aynı zamanda TBMM’de idari bir birim olan Başkanlık Divanının kesin bir mahkeme kararını yok sayarak gereğini yapmaması veya geciktirmesi Anayasa’nın 138. maddesine aykırılık oluşturacaktır. Anayasa’nın 138/4. hükmüne göre “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”. Başkanlık Divanından Anayasa’nın 84. maddesi kapsamında kullandığı yetkinin hukuken geçersiz olduğunu söylemek ve Anayasa’nın 138/4. hükmüne aykırı bir tutum sergilemesi gerektiğini savunmak mümkün değildir. Yargı kararlarının kesin hüküm etkisine ilişkin ihtilafı idari bir birim olan Başkanlık Divanının çözmesini beklemek hukuk düzeninde savunulacak bir görüş olmadığı kanaatindeyim. Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının gereğinin yerine getirip getirmemesi sorunu, kesinleşmiş bir yargı kararını yok saymayı haklı kılamaz. En azından TBMM Başkanlık Divanının bu yönde bir değerlendirme yapması beklenemez.

Sonuç

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 150. maddesi kapsamında açılan iptal davasında, eylemli içtüzük değişikliği yoluyla norm ihdas edildiği şeklindeki talebi hiç dikkate almadan, talep olmadığı halde ve açıkça yetkisiz olduğu halde konuyu 85. madde kapsamında değerlendirerek usul bakımından hatalı davrandığı kanaatindeyim.

AYM bir yandan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin TBMM Genel Kuruluna bildirilen kararını ve bildirme işlemini hukuken yok hükmünde sayarken, öte yandan yokluk yönünde bir tespit kararı vermemektedir. Yok hükmünde nitelediği yargı kararı ve Başkanlık divanı işlemini, “karar vermeye yer olmadığı” yönünde karar vererek aslında hiçbir sonuca bağlamamaktadır. Oysa yetkisizlik nedeniyle red kararı vermeyerek 85. madde kapsamında “İnceleme” yapabiliyorsa, kendi kararına aykırı şekilde verilen Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve TBMM Genel Kuruluna bildirim işlemi hakkında da yokluk kararı vermeye kendisini yetkili sayabilirdi. Bir konuda karar vermeye yetkili yargı organı o konuda yokluk kararı vermeye de yetkilidir. Yokluk kararı bir tespit kararı olup açıkça yetkilendirme olmadan mahkemeler kendi yetki alanındaki konularda yokluk kararı da verebilir.

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi aslında Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kendi ihlal kararına uymaması ve bu konuda TBMM’nin bir işlem yapmamış olmasını bu karar üzerinden bir kez daha dile getirme için zorlama yorumlara başvurmaktadır. Ancak yine de yetkisizlik nedeniyle ya da eylemli içtüzük niteliğinde bir norm olmadığı yönünde kararı vermek yerine bu konudaki tepkisini dile getirmek için kendisine bir fırsat yaratmakta, ancak neticede yetkisizlik nedeniyle red kararında olduğu gibi karar vermeye yer olmadığı kararı vererek aslında hiçbir konuda karar vermiş olmamaktadır.

20.08.2024

Prof.Dr. Abdurrahman EREN


[1] https://www.kanuniesasi.com/2023/11/10/aymnin-serafettin-can-atalay-kararinin-degerlendirilmesi/, 20.08.2024.

[2] Kararda “Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611, Değişik İş. 2024/1 sayılı kararının ekte gönderildiğine dair anılan Daire Başkanlığı yazısının TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde okunmak suretiyle Genel Kurula bildirilmesi işleminin içtüzük değişikliği mahiyetinde olduğu gerekçesiyle iptali talep edilmiştir.” denilmektedir. Bkz.  AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 3.

[3] AYM, E.2021/33, K.2021/23, 31/3/2021; AYM, E.2020/49, K.2020/36, 25/6/2020; AYM, E.2020/50, K.2020/37, 25/6/2020.

[4] Çoğunluk görüşünü temsil eden üyeler: Başkan Zühtü Arslan, Başkanvekili Hasan Tahsin GÖKCAN, üyeler; Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, Kenan YAŞAR.

[5] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 8.

[6] Azınlık görüşünü oluşturan üyeler: Kadir ÖZKAYA, İrfan FİDAN, Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL

[7] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 13-15. 

[8] Kararda şöyle denilmektedir: “Bu bağlamda eldeki iptal talebinin, Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği ihlal kararlarının icrası sürecinde gerçekleşen bir işleme yönelik olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin kesinleşmiş mahkûmiyet kararının okunması suretiyle gerçekleşen düşme işlemlerine karşı yapılan iptal başvurularını incelediği önceki olayların hiçbirisinde okuma işlemi öncesinde verilmiş bir ihlal kararı söz konusu değildir (bkz. AYM, E.2021/33, K.2021/23, 31/3/2021; AYM, E.2020/49, K.2020/36, 25/6/2020; AYM, E.2020/50, K.2020/37, 25/6/2020). Bu yönüyle eldeki iptal talebi öncekilerden farklı olup bu anlamda Anayasa Mahkemesinin önüne ilk kez gelmektedir. Dolayısıyla, eldeki iptal talebi hakkında Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarından bağımsız bir değerlendirme yapılması imkânı bulunmamaktadır”. Bkz. AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, §. 10.

[9] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 3.

[10] Karşıoy Gerekçesi, AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 18.

[11] Karşıoy Gerekçesi, AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 19.

[12] Karşıoy Gerekçesi, AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 23.

[13] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 22.

[14] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 23.

[15] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 24.

[16] AYM, E.2024/45, K.2024/61, 22/02/2024, § 25.

Share this content: