Şimdi yükleniyor

YSK’nın Oy Pusulaları Hakkındaki Kararının Hukuki Değerlendirilmesi

1982 Anayasası’nda temelde hükümet sistemi değişikliğine yol açan 16 Nisan 2017 tarihli Anayasa referandumu %51,4 evet %48,6 hayır oyu ile kabul edilmiştir. Bu referandum, 1982 Anayasası’nda bu güne kadar yapılan 19. değişiklik olmuştur. Bu değişiklikler içinde 1995 değişiklikleri özünde siyasal katılma önündeki yasakları kaldırmış, 2001 değişiklikleri temel hak ve özgürlüklerin güvence sistemini güçlendirmiş, 2010 Anayasa değişiklikleri yargı alanında önemli değişikliklere yol açmış, 2017 değişiklikleri ise hükümet sistemini değiştirmiştir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), seçim sonuçlarının kesin olarak açıklanmasından önce, sayım sırasında, “mühürsüz oy pusulaları” tespit edilmesi üzerine, bu oy pusulalarının geçerliliği konusunda bir karar vermiştir. Bu karar üzerine kamuoyunda ciddi bir tartışma başlamıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemci heyeti, mühürsüz oy pusulalarının kabul edilmesinin kanunla çeliştiğine ilişkin ön raporunda değerlendirmede bulunmuştur. Bu yazıda, YSK’nın bu kararının hukuki değerlendirmesi yapılacaktır.

1. Konuya İlişkin Mevzuat

Anayasa gereğince yapılacak olan halk oylamalarında 1987 tarih ve 3376 sayılı “Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun” hükümleri uygulanır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkında Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri tatbik edilir. 3376 sayılı Kanun’a göre, “Halkoyuna sunulma işlemleri, Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçim kurullarınca yürütülür. Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması için bütün tedbirleri alır ve hazırlıkları yapar. Kurul, halkoylamasının sağlıklı ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla gerekli ilke kararlarını almaya yetkilidir” (m.3). Halkoylamasında Beyaz renk üzerinde “Evet”, Kahverengi üzerinde “Hayır” ibareleri bulunan iki ayrı renkten müteşekkil birleşik oy pusulası kullanılır. Halkoylamasına katılanlar, üzerinde özel işaret bulunan mühürlü birleşik oy pusulasında tercih ettiği kısmın üzerine basarak oyunu kullanır (m.4)”.

298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkında Kanun’un 101. Maddesinde “Geçerli olmayan oy pusulaları” kenar başlığı ile 1. Fıkranın 3. Bendinde “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,” oy pusulalarının geçersiz olduğu ifade edilmektedir. Bu madde, 8.4.2010 tarihinde 5980/21 sayılı Kanun ile değişmiş olmakla birlikte, önceki düzenleme içinde de benzer hükmün olduğu görülmektedir. Yüksek Seçim Kurulu tarafından 2017 tarihli “Anayasa Değişikliği Halkoylamasında Sandık Kurullarının Oluşumu, Görev Ve Yetkilerini Gösterir 135/I Sayılı Genelge”nin “Oy verme gününde sandık kurulunun toplanma zamanı ve hemen yapacağı işler” kenar başlıklı 21. Maddesine göre,

“Sandık kurulu; …birleşik oy pusulalarının her birinin arkasını sandık kurulu mührü ile mühürler. Sandık kurulu ilçe seçim kurulundan teslim alınan ve Yüksek Seçim Kurulu amblemi ve ilçe seçim kurulu başkanlığı mührünü taşıyan sarı renkte bastırılmış olan oy zarflarını sayar, her zarfın üzerine sandık kurulu mührünü basar”.

Yüksel Seçim Kurulu, 3376 sayılı Kanuna göre, “halkoylamasının sağlıklı ve düzenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla gerekli ilke kararlarını almaya yetkilidir” (m.3). Kurul bu yetkisi kapsamında, bir çok kez yaptığı gibi en son 1994 tarihinde kendisine yapılan 262 nolu itiraz üzerine verdiği 334 sayılı Kararında;

“Kanun Koyucunun amacı, seçmenin kendi kararının hiçbir etki ve kuşku altında kalmadan sandığa yansıması olup bu hükümle sandık kurulu kontrolü dışında, seçim kurullarında bastırılan oy pusulalarından farklı oy pusulalarının sandığa getirilip oy kullanılmasının engellenmesi düşünülmüştür. Olayda, sandık mühürü ile mühürlenmemiş olduğu ileri sürülen oy pusulalarının il seçim kurulu gözetiminde bastırılıp ilçe seçim kurulunca sandık kuruluna teslim edilen fligranlı oy pusulaları olduğu açık olup dışardan bu oy pusulaları dışında bir oy pusulasının getirilerek oy kullanıldığı iddia edilmediği gibi sandık kurulu başlanınca da bu oyların kontrolleri altında kullandırılan ve seçim kurullarınca hazırlanan oy pusulaları olduğu, ancak acemiliklerinden dolayı mühür basmadıkları, mühür basmamanın yanlışlıktan kaynaklandığı belirtildiğine göre seçmenin seçme kararını yansıtan bu oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin il seçim kurulu kararında hukuka aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir”.

Bu durumda ortaya çıkan hukuki sorun, Yüksek Seçim Kurulu’nun 298 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin açık hükmü ve Kurul tarafından yayınlanan 135/I sayılı Genelgenin 21. Maddesinin açık hükmüne rağmen, “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,” oy pusulalarının geçerli olduğu yönünde bir karar alıp alamayacağı noktasında düğümlenmektedir.

2. Yorum Yetkisi ve Sınırları

Anayasa’nın 79. Maddesine göre “Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır”. Maddesinin 2. Fıkrasına göre, “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama … görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz”.

Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştay’dan üye seçildiğinden ve il ve ilçe seçim kurullarında hakimler görev yaptığından Yüksek Seçim Kurulu’nun “seçim yargısı” konusunda kesin hüküm verme yetkisine sahip “yargı organı” sıfatı taşıdığı açıktır. Anayasa’nın 138. Maddesinin 1. Fıkrasına göre “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler”.

Yargı yetkisinin özünde, hukuk kurallarının “yorumlama yetkisi” bulunmaktadır. Yargı organları hukuk kurallarının somutlaştırılması amacıyla yorum yoluyla hukuk boşluklarını doldururlar. Ancak, yorum yoluyla hukuk kuralı koyamaz ya da var olan bir hukuk kuralını ortandan kaldıramaz. Hukuki yorum, belli yöntem ve araçlar kullanarak, bir hukuk kuralının anlamını ortaya çıkarma ve kuralda var olan belirsizliği gidermektir. Hukuki yorumu ortaya çıkaran ve hukuk kurallarında var olan belirsizliğin üç kaynağı olduğu söylenebilir. Normu koyan iradedeki belirsizlik, norm metnindeki belirsizlik ve normun koruduğu hukuksal değerdeki belirsizliktir[1].

Yorumun sınırlarına ilişkin tartışmada, klasik yorum teorisi ile realist yorum teorisi iki farklı tezi gündeme getirmektedir. Klasik yorum teorisine göre hâkimin görevi sadece kanunu uygulamaktır. Hâkim, normun objektif nitelik taşıyan gerçek anlamının araştırılıp ortaya çıkarır; metne keyfi eklemeler yapamaz. Bu öğretide hâkimin yorum yapması, hukuk yaratmak olarak görülmez. Klasik teoride kanunun sözleri açık değilse yorum yapılır. Açık, anlaşılır ve kesin nitelikteki hukuk kuralları yorumlanmaz[2]. Buna karşın, realist yorum teorisine göre gerçek kanun koyucu, metnin yazarı değil, yorumcusudur. Bu anlayışta norm kanunun metni değil, metnin anlamıdır. Realist teoriye göre, her hukuk kuralının uygulanmasında yorum kaçınılmazdır. Bir hukuk metni birden fazla anlam taşıyabilir. Yorum, metnin içerdiği alternatif normlar arasında yapılan bir seçimdir. Yorum, yorumcunun serbest iradesine bağlı bir norm tercihini içerir[3]. Dolayısıyla, klasik yaklaşım esas alınırsa, “norm metnine” ve “normu koyan iradeye” bağlı kalınması; realist yaklaşım esas alındığında, “norm alanına” ve “yorumcunun iradesine” öncelik verilmesi gerekir.

Birinci yaklaşım yorumun ve yorumcunun işlevini daraltırken; ikinci yaklaşım yorumcuyu “eş yasayıcı” konumuna yükseltmektedir. Realist yorum teorisine göre, yorum bir bilme işlemi değil bir irade işlemidir. Norm metni normu yapanın iradesi ile değil, yorum yoluyla anlam bularak norma dönüşmektedir. Klasik yaklaşımı en iyi ifade eden söz olarak Montesquieu’nün, “yargıç yasanın sözlerini telaffuz eden bir ağızdan ibarettir” sözüne atıf yapılır[4]. Realist yaklaşımı temsi eden, Hans Kelsen’in ya da Michel Troper’, yorumcuyu “eş yasayıcı” olarak görmektedir[5]. Bugün uygulamada her iki yaklaşımın da, normun niteliğine, olayın özelliklerine ve yorumcunun yetkilerine bağlı olarak kullanıldığını söyleyebiliriz[6]. Nitekim, Türk Anayasa Mahkemesi de anayasanın yorumunda klasik yorum teorisine uygun yorumlar yaptığı gibi realist yorum teorisi çerçevesinde kendisini “eş yasayıcı” olarak da görmektedir[7].

3. İlkelerin Olaya Uygulanması

Somut olayımıza döndüğümüzde, “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,” oy pusulalarının geçersiz olduğuna ilişkin kuralın metninde bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kuralın lafzının yoruma ihtiyaç duymayacak şekilde açık olduğu görülmektedir. Aynı şekilde  bu kuralı somutlaştırmak üzere Yüksek Seçim Kurulu tarafından kabul edilen 135/I sayılı Genelge’nin 21. Maddesinde de “Sandık kurulu; …birleşik oy pusulalarının her birinin arkasını sandık kurulu mührü ile mühürler” diyerek tüm tereddütleri giderecek açıklıkta düzenleme yapmıştır.

Ancak, YSK konuya ilişkin itirazlar üzerine verdiği kararlarda, “amaçsal yorum” yaparak, kuralın açık lafzını geçersiz kılacak şekilde kararlar almıştır. Dolayısıyla YSK realist yorum yöntemini tercih ederek, kurala lafzının ötesinde farklı bir anlam yüklemiştir. Böylece kuralın anlamı, “sandık kuralları oy pusularını mühürleyecek, ancak mühürlemez ise yine de oylar geçerli kabul edilecek” şekline dönüşmüştür. Böylece YSK, yasanın lafzının tam tersi yönünde kurala anlam vermiştir. Bu durumda yasa metni geçersiz hale gelmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesine göre yargı organları yargı yetkisini kullanırken “kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez”[8]. YSK, kanun boşluğu olmadığı halde, kanun koyucu gibi hareket ederek, 298 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin 1/3 bendini hükümsüz hale getirmiştir. Dolayısıyla YSK’nın yorum yetkisini aşarak kanun koyucu gibi hareket edip, açık kanun hükmünü geçersiz kılacak şekilde karar alması yargı yetkisinin aşılmasıdır. Bu tipik bir “yargısal aktivizm” örneğidir.

Yüksek Seçim Kurulu’nun normun amacına ilişkin değerlendirmeleri haklı görülse bile, bu durumda Kanun Koyucunun 298 sayılı Kanun’un 101. Maddesinin 1/3 bendini yürürlükten kaldırması gerekir. Uygulamada oy pusulalarının sandık kurulu başkanları tarafından ayrıca mühürlenmesi sorunlara yol açtığı anlaşıldığından en doğru çözümün, bu uygulamanın sonlandırılması olduğu görülmektedir. Oy zarfları ve pusulalar fligranlı olduğundan ayrıca ikinci bir kez mühürlenmesi gereksizdir. Sandık kurulları zarfların ve oy pusulalarının fligranlı olup olmadığını kontrol ederek aynı amacı gerçekleştirebilir. Bu konuda bir yasa değişikliği yapılarak bu soruna çözüm bulunması en doğru yöntem olacaktır.

18.04.2017

Prof.Dr. Abdurrahman Eren

Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi

[1] Yorumu gerektiren nedenlere ilişkin yapılmış sınıflandırmalar hakkında bk. Bertil Emrah Oder, Anayasa Yargısında Yorum Yöntemleri, Beta Yayınları, İstanbul, 2010, s. 5-7.

[2] Hukuk normlarının yorum hakkında bk. Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş, Hukuk Kurallarının Geçerliliği ve Yorumu Sorunu, US-A Yayıncılık, Ankara, 1998, s.149-160.

[3] Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş, s. 161-192.

[4] Andreas L. Paulus, “Almanya Federal Anayasa Mahkemesi Bakış Açısından Anayasanın Yorumlanması”, Anayasa Yargısı, 30 (2013), s. 24.

[5] Benzer görüş daha çarpıcı olarak, Charles Eisenmann tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Bir işlemin yapılması sürecine kesin bir şekilde katılan her otorite, diğer bir ifadeyle, işlemin oluşumu için rızası kaçınılmaz olan her otorite, o işlemin yapıcısı veya ortak yapıcısı (auteur ou co-auteur) dır.” Bk. Gözler, a.g.e., s. 198.

[6] Paulus, yargıcın anayasanın yorumlanmasındaki rolünü değerlendirirken konuya ilişkin şu açıklamada bulunmaktadır: “Bu nedenle, ben demokrasilerde anayasa yargıcının her ikisini de yapabilmesi gerektiği kanaatindeyim: hem orijinal metnin tarihsel bağlamındaki anlamını kavramaya çalışmalı hem de söz konusu davanın mevcut bağlamını dikkate almalıdır; mevcut durumu geçmişte yürürlüğe konmuş anayasal ilkeler ışığında incelemesi gerekir”. Paulus, “Almanya Federal Anayasa Mahkemesi Bakış Açısından Anayasanın Yorumlanması”, s.27.

[7] Bu konuda Anayasanın, “yürürlüğü durdurma” kararı tipik örnektir: “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa’da da bu konuda herhangi bir kural bulunmamaktadır. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin uygulamayı durdurma yetkisi konusunda yazılı kurallarda bir boşluk olduğu açıktır. Yasalarda açık hükümler bulunmaması durumunda yargıcın hukuk yaratabileceği, çağdaş hukuk sistemlerinde benimsenen bir görüştür…Anayasa Mahkemesi yazılı kurallarda düzenleme bulunmasa bile, Anayasa’yı yorumlama işlevini anayasal yargı denetiminin isterlerine uygun olarak kullanıp uygulamayı durdurma kararı vermek yükümlülüğündedir.” (E.1993/33, : 1993/40-2, Kt. 21.10.1993).

[8] Bu düzenleme özel Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin getirilmiş olsa da, diğer yargı organları içinde geçerli olduğu açıktır.

Share this content: